LÂTİF ERDOĞAN’IN İFTİRALARI ve ASIL GERÇEKLER

 

İnsanlarda gizli kalan bazı huylar, bazı marazlar, zaman ve zeminini bulunca ortaya çıkıyor. Ve şu anda Türkiye’deki ortam, bu tür huylar ve marazların ortaya çıkması, karakterlerin kendilerini ortaya koymaları ve insanların gerçek çehreleriyle tanınması adına oldukça müsait. Lâtif Erdoğan da, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi hakkındaki iftiralarıyla esasen Camia içinde çok da gizli olmayan zamirini ve karakterini sergiliyor. Lâtif Erdoğan’ın tarihin yalan ve iftira, dolayısıyla en kısa zaman içinde en fazla tekzip alma rekorunu kıran “Yandaş Medya”nın pek sahiplendiği son iftirası ise şu: “Gülen, bana Allah ile konuştuğunu söyledi. ‘Kâinatı Hz. Muhammed için oluşturdum, senin için de devam ettiriyorum.’ dedi.”

Cenab-ı Allah’ın insanlarla konuşması

Bu iftiraya cevap vermeden önce belirtelim ki, Lâtif Erdoğan’ın da çok iyi bileceği üzere, Kur’ân-ı Kerim, Cenab-ı Allah’ın insanlarla konuşması konusunda şöyle buyurur: “Allah, bir beşerle ya (manâyı onun kalbine doğrudan atma şeklinde) vahiyde bulunma, ya bir perde arkasından ona hitap etme, ya da dilediğini ona vahiy yoluyla iletecek bir elçi (melek) gönderme dışında hiçbir şekilde konuşmaz. O, mutlak yüce ve aşkındır; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır.” (Şûrâ Sûresi/42: 51) Demek ki, Cenab-ı Allah (c.c.), insanlarla konuşur; bu konuşma da âyette buyrulan üç şekilde cereyan eder. Bu üç şekilden birincisi, yani manâyı kulun kalbine bırakmaya peygamberlerle ilgili olarak vahiy, velîlerle ilgili olarak ilham denmiştir. Kur’ân-ı Kerim, esasen buna da vahiy der; fakat peygambere yapılan konuşma ile velîye yapılan konuşmayı ayırmak için âlimler sözkonusu tefriki yapmışlardır. Cenab-ı Allah (c.c.), sadece peygamberlerle konuşmaz; başka zatlarla da konuşur. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Cenab-ı Allah’ın Hz. Meryem ile melekler vasıtasıyla (Âl-i İmran Sûresi/3: 42‒43, 45‒47), Hz. Musa’nın annesiyle ilham yoluyla (ki, Kur’ân buna vahiy der) (Kasas Sûresi/28: 7) ve Hz. İsa’nın havarileriyle de yine ilham yoluyla (ki, Kur’ân buna da vahiy der) (Mâide Sûresi/5: 111) konuştuğunu okuyoruz. Hz. Bediüzzaman da, “Bir velî, ‘Kalbim Rabb’imden haber veriyor.’ der.” diye yazmaktadır. (12. Söz, 4. Esas) Öyleyse, Hocaefendi’nin Allah ile konuştuğunu söylemesi gayet normaldir. Normal olmasına normaldir, fakat, aşağıda göreceğimiz üzere, bizzat Lâtif Erdoğan’ın şahitliğiyle, ancak insanlardan bir insan olma ötesinde bir iddia taşımayan tevazu, mahviyet ve hacalet âbidesi Hocaefendi, katiyen bu tür sözler söylemez, böyle iddialarda bulunmaz; söylemeyeceğini, böyle iddialarda bulunmayacağını O’nu az tanıyan, özellikle talebeleri çok iyi bilirler.

İkinci olarak, Hocaefendi’nin, Cenab-ı Allah’ın kendisine “Kâinatı Hz. Muhammed için oluşturdum, senin için de devam ettiriyorum.” demiş olması da asla mümkün değildir. Bir defa, Cenab-ı Allah (c.c.), Peygamber Efendimiz için “Hz. Muhammed” tabirini kullanmaz; sadece “Muhammed” der. Eğer bunu Hocaefendi’nin böyle aktardığı ileri sürülecek olursa, Hocaefendi’nin Peygamber Efendimiz’den (s.a.s.) bahsederken O’nu hangi mübarek sıfatlarla andığını herkes bilir ve bu, konuşmalarında da, yazılarında da ortadadır. En azından, Peygamber Efendimiz’in mübarek ismini andıktan sonra salât ü selâm okur. Sonra, Hocaefendi hiçbir zaman “oluşturmak” kelimesini kullanmaz. Elimizde bilgisayarda Hocaefendi külliyatı var; basit bir “bul” taramasında bu kelimenin sözkonusu külliyatın hiçbir yerinde geçmediği görülür. Kaldı ki, Cenab-ı Allah’ın kâinatı oluşturmasından değil, “yaratma”sından bahsedilir. Lâtif Erdoğan bu inceliği bilir; fakat sözü iftira olduğu için Cenab-ı Allah onu iftirası ortaya çıkacak şekilde konuşturuyor.

Lâtif Erdoğan bu iftiraları neden atıyor?

Lâtif Erdoğan’ın nasıl bir megolamani içinde olduğunu onu az tanıyanlar da bilirler. Bunun için onu tanımaya da gerek yoktur. Çünkü onun nasıl bir büyüklük kompleksi içinde olduğunu kendi ifadelerinden de rahatça anlarız. Hocaefendi’yle yaptığı röportajlardan meydana getirdiği Küçük Dünyam kitabını takdim ederken Lâtif Erdoğan, kitaptan çok kendisini takdim eder:

“11 yaşında bir çocuktu. İlkokulu bitirmiş ve din eğitimi yapan bir müessesenin eleme imtihanını kazanarak kaydını yaptırmıştı… İlkokul öğretmeninin ona karşı ayrı bir ilgi ve alakası vardı. O da öğretmenini seviyordu. Belki de ilk defa öğretmeninin isteğine uymamıştı. Buna uyamamıştı demek daha uygun olurdu. Öğretmeni yatılı okula gitmesini isterken, biraz da ailesinin zoruyla Kur’an kursu hüviyetindeki bir müesseseye kaydını yaptırmış, orada okumaya niyetlenmişti.

“Oysa ilkokul öğretmeni onu hangi telkinlerle yetiştirmişti. ‘Sen büyük bir adam olacaksın’ onun alışageldiği iltifatlardan sadece birisiydi. Ama şimdi o, büyüklüğe giden bütün yolları kendi eliyle tıkamıştı… ‘Yobaz’ ve ‘Gerici’ yetiştiren bir yerde okuyacaktı… Son görüşmesinde öğretmeni ona buna benzer laflar söylemişti…

“Sanki havada birkaç ıslık çalmış ve ardından gelip onun okuma hevesinin üzerine şaklamıştı… Yaralanmıştı Çocuk… Büyük olma yolunun tıkandığına canı sıkılmış ve sebep olanlara kin duymaya başlamıştı...”

Demek ki, Lâtif Erdoğan, ta çocukluğundan beri içinde beslediği büyük olma, büyük adam olma kompleksini hiç atamamış ve bunun önünü kesen Hocaefendi’ye de kini geçmemiş; bu kin, bugün daha fazla ortaya çıkıyor. Sonra, sözkonusu takdimin devamında ifade ettiği gibi, onun için çocukluğunda beslediği büyük olmak, cumhurbaşkanı, yani bir numara olmak demek. Lâtif Erdoğan’a buradan bir çağrı yapalım: “Lâtif Erdoğan, çocukluğundan beri içinden atamadığın büyük olma kompleksini tatminin önü açık. Yaklaşık beş ay sonra Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Cumhurbaşkanını da halk seçecek ve buna iştirak etmene engel hiçbir şey yok. Haydi aday ol ve boyunun ölçüsünü gör.”

Lâtif Erdoğan ve Hocaefendi

Lâtif Erdoğan, bugün Hocaefendi aleyhindeki düşmanlık, yalan ve iftira kampanyalarına katılırken, daha önce, daha dün denecek kadar kısa zaman önce Hocaefendi hakkında yazdıklarının unutulduğunu zannediyor. Biraz geride, Hocaefendi’yi tanıdıktan 28 yıl sonra, Küçük Dünyam kitabının takdiminde şöyle yazar Hocaefendi ve Hizmet Hareketi hakkında Lâtif Erdoğan:

“Vuzuhu göz kamaştıran bir gerçek: “Dünyayı aşmışlık içinde dünya ile entegre bir sistematik çağa uygun süratle mekiğini dokuyor. Bu sosyolojik vakaya göz kapamak realitelere göz kapamakla eşdeğer. Hızla değişen dünyada merhale katetmelerin rekoru kırılıyor. Ama bu doku içinde değişmeyen sabit değerler var. Ve onlar kıyamete kadar değişmeyecekler. İhlas gibi, samimiyet gibi, yaşatma zevkiyle yaşama gibi, her türlü beklentiden uzak kalmak gibi, Allah’la irtibatı kavi tutmak gibi, yaratılmışı Yaradan’dan ötürü sevmeyi bayraklaştırmak gibi, kine, nefrete, düşmanlığa geçit vermemek gibi, insanlardan bir insan olmayı ve öyle de kalmayı her türlü makam ve mansıba yeğlemek gibi, hoşgörü gibi, müsamaha gibi, milli, dini ve insani değerlere birinci elden sahip çıkmak gibi… Olanlar ileride olacakların işaretleri. Bugün dünyanın dört bir yanına ulaşmış kültür seferberliği önümüzdeki çeyrek asırda semeresini hem de en olgun şekilde vereceğe benziyor. Ulaşılan hiçbir noktada geri adım atmama, ilerleme sürecinin kader-denk çizgisiyle örtüştüğünü gösteriyor. Bu işin içtimai coğrafyası bütün dünya. Ve bu işin ruh mimarı seviyesinde günümüz temsilcisi,. kendisinden önceki temsilcilerin hakkı her zaman mahfuz katmak şartıyla Fethullah Gülen Hocaefendi.”

Demek ki, bizzat kendisinin ifadesiyle, Hocaefendi ile olan 28 senelik beraberliği içinde Lâtif Erdoğan’ın Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’yle ilgili intibaı bunlar. Ve bu intibada öne geçen vasıflar: “İhlas, samimiyet, yaşatma zevkiyle yaşama, her türlü beklentiden uzak kalmak, Allah ile irtibatı kavi tutmak, yaratılmışı Yaradan’dan ötürü sevmeyi bayraklaştırmak; kine, nefrete, düşmanlığa geçit vermemek, insanlardan bir insan olmayı ve öyle de kalmayı her türlü makam ve mansıba yeğlemek, hoşgörü, müsamaha, milli, dini ve insani değerlere birinci elden sahip çıkmak.” Ve Hocaefendi sadece bu sıfatlara, bu değerlere sahip biri değil; bu sıfatlar etrafında örgülenen Hizmet Hareketi ruhunun mimarı. Dolayısıyla insanlardan bir insan olmayı ve öyle de kalmayı her türlü makam ve mansıba yeğlemede de en önde.

Lâtif Erdoğan, Hocaefendi’ye atfettiği ve ilk defa Türkiye’nin mevcut zemininde dile getirdiği sözü Hocaefendi ona acaba ne zaman söylemiş? Yukarıdaki satırları yazdıktan önce mi, sonra mı? Önce ise, Lâtif Erdoğan, o söz karşısında Hocaefendi’yi neden terk etmemiş? Sonra ise yine neden terk etmemiş? Çünkü Lâtif Erdoğan, Hocaefendi ile en az 7‒8 yıldır görüşmüyor. Ama o, daha 5 yıl kadar önce, 26. 5. 2009’da, Bugün’de yazarken Hocaefendi ve Hizmet Hareketi hakkında şunları ifade ediyor:

“Ben, müşahedeye dayalı bir yakinle, bu tür çalışmaların, gayretlerin her türlü kişisel kaygı ve sekter endişelerden uzakta gerçekleştiğine inanıyorum. Zarf-mazruf dengesinde, esas kıymete, değere ve teveccühe özne muhtevanın mazruf olduğunda bu mazrufun taşıyıcıları arasında hiç kimsenin zerrece tereddüt ve şüphesi yoktur. İmanlarını dava, davalarını iman edinmiş bu “ihlas abideleri”nin, namdan, nişandan, şöhretten, bilinmekten ve hele başarıları nefislerine mal etmekten nasıl yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçtıkları ortadadır; ve bu durum onların daha ilk kademde aldıkları derslerin daha ilk pratik ve öncül neticeleridir. Öyleyse, söz konusu teveccüh ve gelişmeleri kişisel ve sekter bağlamda değerlendirmek asla doğru ve isabetli değildir. Muhtevanın enginliği, zenginliği ne ise, gayenin enginliği ve zenginliği de odur..

“Âlimler, nebilerin varisleridir.” hükmünce, Fethullah Gülen Hocaefendi peygamber vârisi bir âlim, bir bilge kişidir. Taşıdığı bu sıfat itibariyle de, eşya ve hadiselere bakış açısı, “nazarı nübüvvet” kıstaslarıyla sınırlıdır ve öyle de olması gerekir.Yani, Peygamberimiz Efendimiz neye ne kadar önem veriyorsa, ne ile ve ne kadar ilgileniyorsa o da o şeye o kadar önem verme ve o şeyle o kadar ilgilenme durumundadır. Nazarı nübüvvet, emr-i ilahi, murad-ı rabbani, meşiet-i sübhani ile kuşatılmış olduğuna ve olacağına binaen bu şartlar, bu gerçekler Peygamber varisi bu Bilgenin bakış açısına da veraset yoluyla aynen intikal edecektir ve de etmiştir. Bu bakış açısına göre, dünya ile alaka, bir yolcunun yolda rastladığı bir ağacın gölgesinde kısa bir süre dinlenmesi ölçeğindedir; şöhret aynı riyadır, kalbi öldüren zehirli bir baldır; bizden hasıl olan iyiliklerin bütünü Allah’a, kötülükler ise nefsimize aittir; haksız yere bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek, hak ile buluşturmak suretiyle bir insanı diriltmek bütün insanları diriltmek gibidir; hepimiz Adem’deniz, Adem ise topraktandır..”

Demek ki, daha beş yıl önce bile Lâtif Erdoğan, Hizmet Hareketi mensuplarını “namdan, nişandan, şöhretten, bilinmekten ve hele başarıları nefislerine mal etmekten yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçanihlâs âbideleri” olarak nitelendirirken, Hocaefendi’yi Hocaefendi’nin kendisi hakkında hiç ifade etmediği, etmeyi aklına bile getirmediği sıfatlarla yüceltmektedir. Ona göre Hizmet Hareketi’nin ruh mimarı, dolayısıyla, namdan, nişandan, şöhretten, bilinmekten ve hele başarıları nefsine mal etmekten yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçanihlâs âbidesi olmada en önde bulunan, daha da öte, bu vasıfları Hizmet Hareketi mensuplarına açıklayanHocaefendi,”Âlimler, nebilerin varisleridir.” hükmünce, peygamber vârisi bir âlim, bir bilge kişidir. Taşıdığı bu sıfat itibariyle de o, eşya ve hadiselere “nazar-ı nübüvvet”, yani peygamberin bakış açısı kıstasıyla bakar. Peygamberimiz Efendimiz neye ne kadar önem veriyorsa, ne ile ve ne kadar ilgileniyorsa Hocaefendi de, o şeye o kadar önem verir ve o şeyle o kadar ilgilenir. Peygamberlik bakış açısı Allah’ın emri, muradı, yani dileği ve iradesiyle kuşatılmış olduğuna göre, bu gerçekler Peygamber varisi Hocaefendi’nin bakış açısına da veraset yoluyla aynen intikal etmiştir. Yani Hocaefendi, her şeye Cenab-ı Allah’ın bakılmasını istediği şekilde bakar; her şeyi Cenab-ı Allah’ın muradı istikametinde görür ve değerlendirir; O’nun iradesi dışında bir şey yapmaz. Çünkü bütün bunlar ona peygamberlikten veraset yoluyla intikal etmiştir.

Sonuç

Aslında bu yazıda Hocaefendi’nin Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve kendisi hakkındaki değerlendirmelerinden söz etmek isterdik. Fakat, bugün mevcut ortamda Hocaefendi hakkındaki iftiralar kervanına katılmakta beis görmeyen Lâtif Erdoğan’ın Hocaefendi ve Hizmet Hareketi hakkındaki şahitliği meramımızı ortaya koymada yeterli olsa gerektir. Lâtif Erdoğan, bu şahitliği inkâr edebilecek midir? Bu şahitliği ile Hocaefendi’nin kendisine bu şahitliklerinden elbette çok daha önce söylediğini iddia ettiği sözlerini nasıl bağdaştıracaktır? Acaba bugün Lâtif Erdoğan’ın iddialarıyla Hocaefendi’yi vurmaya çalışan yalan ve iftira makinesi ve rekortmeni “yandaş medya”, Lâtif Erdoğan’ın Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’yle ilgili sözkonusu değerlendirmelerini de yayınlayabilir mi? Hodri meydan!

Leave a comment