“PARALEL DEVLET”İN HÜKÜMETE OPERASYONU MU, YOKSA MAYMUNLAŞMAMAK İÇİN Mİ?

 KİRLENMİŞLİĞİN EN KÖTÜSÜ

Hadiseler gelir geçer; bir ülke ve millet bunlardan belli ölçülerde zarar görse de, bu zararlar önlenebilir. Fakat eğer bir milleti ayakta tutan değerler yıpranır ve çökerse, bunun getireceği zararın telâfisi çok zor olur.

Türkiye, özellikle son 10‒12 yılda ahlâk ve maneviyat sahasında, bekâmızın sütunları olan değerler alanında bir çeyrek asırda bile tamir ve tedavi edilemeyecek erozyona uğradı, yaralar aldı. Eğitimin iflası, eğitimde tam bir dejenerasyon, disiplinsizlik ve seviyesizlik; liseli gençliğin % 90’ının zararlı alışkanlıkların ağına düşmesi; 2002 yılında vesikalık 25.000 kadın bulunurken, günümüzde 125.000’e çıkması, 40.000 küsur kadının da vesika almak için bekliyor olması, yani resmî fuhşun % 700’e yakın artması; aile kurumunun çökmenin eşiğinde bulunması; çarşıda, pazarda, karşılıklı muamelelerde güvenin oldukça sarsılması; davranışlardaki yozluk ve yobazlıklar; şehirlerin yaşanmaz hale gelmesi, bu ağır yaraların tezahürlerinden sadece bazıları. Son 12 yılda ne olup bittiğini ve işlerin hangi istikamette gittiğini anlama adına, bir hadis-i şerifte Âhir Zaman alâmetleri olarak “bina ve zinanın artması”nın birlikte zikredilmiş olması yeterlidir. Çünkü yüksek binaların çoğalması, artık sokak, mahalle ve komşu münasebetlerini ortadan kaldırdığı ve binalara, evlere kimlerin girip çıktığı bilinmediği için, zinanın artmasını da beraberinde getiriyor. Ayrıca, hadiste bedevîlerin yüksek binalar yapacaklarının zikredilmesi de, şehirleşmede nereye gidildiğini gösterme adına son derece önemlidir.

Son rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının ortaya çıkardığı Cumhuriyet tarihinin en büyük kirlenmişliğinden daha büyük kirlenmişlik, İslâm hassasiyetli bilinen pek çok kesim de dâhil olmak üzere, halkımızın denebilir ki büyük çoğunluğunun bu kirlenmişliği normalmiş gibi telâkki edebilmesi; “çalmışsa çalmışlar, hizmet de ediyorlar ya!” denebilmesidir. Bu, bir iş yerinde çalışan işçilerin vazifelerini yerine getirip, sonra da iş yerinden mal ve para çalmaları karşılığında “İşlerini yapıyorlar ya!” demek gibidir. Acaba buna bir iş yeri sahibi tahammül eder mi? Oysa, iktidarı ellerinde tutanların yolsuzluğu, bir kişiye karşı işlenen yolsuzluk değildir; bir millete, bir ülkeye, o millet ve ülkenin geleceğine karşı da işlenen bir yolsuzluktur ve hiç kimse buna “Olursa olsun!” diyemez. İkinci olarak, başta arzedildiği gibi, bir ülke, bir millet, öncelikle çalışkan veya değil bir iktidar, güçlü bir ordu, iyi bir ekonomi ile ayakta durmaz; bir ülke, bir millet, ebedî ahlâkî ve manevî değerleriyle ayakta durur. Eğer bir ülke insanı bu değerlerin çiğnenmesi, hem de iktidar tarafından çiğnenmesi karşısında sessiz kalabiliyor, daha da öte “Olursa olsun” diyebiliyorsa, o ülke, o millet, çürümüş ve çökmüş demektir ve eğer Allah o ülke ve millet hakkında bir dirilme irade buyuruyorsa, bu ancak ödenecek büyük bedeller, büyük musibetler neticesinde gerçekleşir. Ortaya çıkan skandal rüşvet, yolsuzluk, yozlaşmışlık ve kirlenmişlik karşısında kalbler durma noktasına gelmeli, vicdanlar çok ciddî harekete geçmeliydi. Heyhat!

İSLÂM ÜMMETİ’NİN VARLIK SEBEBİ ve İMAN‒KÜFÜR MESELESİ

Eğer Müslümanlık iddiasında isek, Kur’ân, İslâm ümmetinin varlık sebebini bize şöyle açıklıyor: “Siz, insanların lehine, faydasına ve iyiliğine olarak ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma’rufu emreder, münkerden nehyeder ve Allah’a inanır (bu yaptıklarınızı Allah’a imanınızdan dolayı yapar)sınız.” (Âl-i İmran Sûresi/3: 110)

Demek oluyor ki, İslâm Ümmeti’nin insanlar içindeki ana varlık ve en hayırlı bir ümmet olmasının sebebi, insanların lehine ve faydasına davranmak, daima insanlara hizmeti esas almaktır. İnsanların lehine ve faydasına davranmanın yolu da, ma’rufu (iyiyi, doğruyu, güzeli, hakkı, hakikati, adaleti) ısrarla destekleme, yaymaya ve yerleştirmeye çalışma, münkeri (her türlü kötülüğü) önleme ve insanları bunlardan uzaklaştırmak için sürekli gayret içinde bulunmaktır. Allah’a iman da bunu gerektirmektedir. Bu konuda herkese düşen vazife vardır. Buharî dışında Kütüb-ü Sitte’nin (en sağlam 6 hadis kitabının) 5’inde yer alan bir hadis-i şerif, bu konuda oldukça açıktır: “İçinizden biri bir münker (herhangi bir kötülük, kötü söz, kötü davranış) gördüğünde gücü yetiyorsa onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Fakat bu, imanın en alt mertebesidir.” Evet, münkerler, rüşvet ve yolsuzluklar karşısında etkilenmeyen, vicdanı olsun sızlamayan, hattâ “Olmuşsa olmuş; çalışıyorlar da ya!” diyebilenler, imanları gerçek manâda var mı yok mu kontrol etmelidirler. Ki, İslâm’da küfre rıza küfür, fıska rıza fısk, zulme rıza zulümdür.

KAMU MALINDAN BİR ABA BİLE ÇALMAYI ŞEHİDLİK DE KURTARAMAZ

Yine, Müslim ve Darimî’nin rivayet ettiği bir hadis de şöyledir: Hz. Ömer (r.a.), anlatıyor:

‒ Hayber savaşının vukû bulduğu gün Allah Rasûlü (s.a.s.)’in ashâbından birkaç kişi gelerek “Falan şehid, falan şehid!” dediler. Derken bir kişinin yanına vardıklarında “Bu da şehid!” dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.s.): “Hayır! Ben onu aşırdığı bir hırka yahut yağmurluktan dolayı Cehennem’de gördüm.” buyurdular. (Müslim, “İman” 182; Dârimî, “Siyer” 48.)

Benzer bir hadiseyi de Abdullah ibn Amr (r.a.), anlatır:

Allah Rasûlü (s.a.s.)’in seferde eşyasına bakan Kirkire adında biri vardı, günün birinde öldü. Allah Rasûlü (s.a.v.) onun için, “Bu adam cehennemliktir!” buyurdular. Ashâb, “Acaba nedendir?” diye araştırdılar. Ganimet malından aşırmış bir abayı yanında buldular.” (Buharî, “Cihad 190; İbn Mâce, “Cihad” 34.)

BAŞBAKAN, “BEYTÜ’L-MAL’DEN ÇALMADIK” MI?

İktidar kanadı, soruşturma konusu rüşvet ve yolsuzlukları inkâr edememekte ve Başbakan, “Devlet malından çalmadık ya” demektedir. Gerçek bu mudur?

Mevcut iktidar, ihale yasasını 12 yılda 164 defa değiştirmiş bir iktidardır. En son Sabah ve ATV’nin el değiştirmesiyle ilgili çıkan tapelere baktığımızda da yapılan şudur: İktidar, yapacağı işlerde açıktan ihale açıp, en yüksek ihaleyi verene o işi teslim etmek mevkiindedir. Oysa iktidar, kendine yakın bazılarına ihaleyi bizzat vermektedir. Diyelim ki, bir iş için 5 firma ihaleye girmiş olsun. Ve ihale en yüksek rakam olarak 5 milyar lirayı verenin elinde kalsın. Olması gereken bu iken, iktidar 3, 4 ve 5 milyara ihaleyi bir şirkete vermekte ve bunun karşılığında, her ne ad altında ve her nereye harcayacak olursa olsun rüşvet almaktadır. Eğer bu ihale, normal prosedüre göre yapıldığında 5 milyar liraya verilecek, yani devletin kasasına 5 milyar lira girecekken 4 milyar liraya verilmiş de üstüne rüşvet alınmışsa, devlet 1 milyar lira zarara uğratılmaktadır. 5 milyar liraya dahi verilse, üstüne rüşvet de alındığı için, ihaleyi alan firma, hiç şüphe olmasın ki, bunu kullanacağı malzemeden çalarak karşılamaktadır. İktidarın yapmakla çok övündüğü, meselâ duble yollar, bir-iki sene içinde neden tamir ister hale geliyor, cevabı buradadır. Ve tamire giden masraflarla devlet, ülke zarara uğratılmaktadır. Kaldı ki, başbakana sit alanı tanımında kanun değiştirilerek yapılan Urla’daki villalar, Çatalca’daki villalar, Bodrum’daki villalar neyin karşılığı yapılmıştır? Bütün bunlara giden paralar, o villaları yapanların cebinden mi çıkmaktadır, yoksa rüşvet olarak devletin, milletin cebinden çıkarılmakta mıdır veya o cebe girecek, girmesi gereken paralar mıdır? Evet, Sabah ve ATV’nin el değiştirmesinde Mehmet Cengiz’den alınan paralar karşılığı silindiği iddia edilen 500 milyon liralık vergi, devletin, milletin kasasına girecek bir para değil miydi? Yoksa Sabah bütün bir milletin gazetesi, ATV bütün bir milletin televizyonu mu? Bütün bir millet böyle bir işleme onay mı verdi?

PARALEL DEVLET VE OPERASYONU MU?

İktidar ve iktidarın yönlendirdiği yandaşları, yolsuzluk operasyonu başlar başlamaz “paralel devlet” iddiasında bulunmaya başladılar. Bununla da, bürokraside görev yapan “Cemaat” mensuplarını kasdettiler. Daha düne kadar öve öve bitiremedikleri ve Cemaat mensubu gördükleri bilhassa yargı ve emniyet mensupları, ABD ve İsrail’in yönlendirmesiyle hükümete pusu kuran “paralel devlet” mensupları, casuslar, haşhaşîler oldu. ABD ve İsrailcilik suçlamasının ne manâya geldiğini ve kimin ABD’ci ve İsrail’ciliğe yakıştığını daha önce yazdım. (www.aliunal55.wordpress.com) Oysa yapılan apaçık bir rüşvet ve yolsuzluk operasyonuydu. Haydi farzedelim ki, bu operasyon, gerçekten Cemaat’in hükümete operasyonudur ve bürokraside Cemaat mensupları vardır. Bir defa, Cemaat, illegal bir yapı değildir ve böyle bir yapı olduğu konusundaki iddialar 50 yıldır yargıdan dönmüştür. İkinci olarak, Türkiye’de başka cemaatlerin pek çok mensubu insanlar, devlet bürokrasisinde görev yapmaktadır ve bu, yasalara aykırı değildir. Elbette Cemaat’e mensup veya değil, liyakati olan, kanunun aradığı gerekli yeterliliğe sahip bulunan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı memur olabilir, kamu görevi yapabilir. Yine, farz-ı muhal, iddia edildiği gibi, Cemaat mensubu bazıları Hocaefendi’nin öğütlerine, söylediklerine değer vermekte ve bulundukları makamda ona göre davranıyor olsunlar. Eğer böyle davranmaları yasalara uygunsa, yine bu ne tenkit edilebilir ne de bununla insanlar suçlanabilir. Bütün bu konularda söz sadece hukukundur, yasalarındır. Dolayısıyla, yapılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonu yasal ise buna kimsenin bir diyeceği olamaz. Hiç kimse de yapılan operasyonun yasal olmadığını iddia edemez; edememektedir ve iktidar tarafı, kendisine “Paralel devlet’ın kumpas kurduğu” iddiasıyla rüşvet ve yolsuzluklarını örtmeye, soruşturmayı örtbas etmeye çalışmaktadır. Bunun da ötesinde, savcılar ve emniyet mensupları, bulundukları mevkiin gerektirdiği görevlerini yapmaktadırlar. Elbette emniyet, suçları ve suçluları takip edecek ve elbette yargı, suçu ve suçluları yargılayacaktır. Aksi davranmaları hem ülkeye hem de millete ve mevkilerine ihanet olur.

MAYMUNLAŞMAK VEYA MAYMUNLAŞMAMAK İÇİN

Evet, bir ülke ve millet için en önemli temel ve dayanak, değerlerdir, ahlâktır, maneviyattır ve bunun için İslâm Ümmeti’nin varlık sebebi, ma’rufu (doğruyu, hakkı, hakikati, adaleti) yaymak, yerleştirmeye çalışmak, korumak ve münkeri (her türlü yanlışı, kötülüğü, zulmü) önlemeye gayret etmektir. Bu yapılmadığı takdirde ne olacağını ise yine Kur’ân’dan takip edelim:

‒ Onlara deniz kenarındaki o memlekette ne olup bittiğini sor. Hani oranın ahalisi, Sebt (Cumartesi) Günü için Allah’ın koyduğu yasağı açıkça çiğniyorlardı… İçlerinde bazıları, diğerlerini yaptıklarından vazgeçirmeye çalışanlara, “Belli ki Allah’ın helâk edeceği veya çok şiddetli bir şekilde cezalandıracağı bir topluluğa ne diye öğüt verip duruyorsunuz?” diyor, onlar da, “Hem Rabb’inize karşı (ma’rufu yayıp münkere mani olma sorumluluğumuz açısından) bir mazeretimiz olsun; hem de, belki gittikleri yolun neticesini görüp, Allah’a bu ölçüde karşı gelmekten sakınırlar diye!” şeklinde cevap veriyorlardı. Derken, kendilerine yapılan bütün hatırlatmaları ve verilen öğütleri tamamen kulak ardı ettiler. Biz de, kötülükleri önlemeye çalışanları kurtarıp, zulmü hayat tarzı haline getirenleri açıktan açığa yapıp durdukları bu taşkınlık ve haddi aşmalarından ötürü derdest ettik ve yoksulluk azabıyla kıvrandırdık. Buna rağmen, serkeşlik edip, yapmaları yasaklanan fiilleri işlemeyi ısrarla sürdürünce de, onlara “Aşağılık ve sefil bir şekilde oraya buraya sığınan, fakat sığındıkları her yerden kovulan maymunlar olun!” dedik.”(A’râf Sûresi/7: 163‒166)

Farkında değiliz. Yüzakı savcıların yüzakı emniyet görevlileriyle yaptıkları rüşvet ve yolsuzluk operasyonu, hepimizi mesholmaktan, aşağılık ve sefil maymunlar tabiatına yuvarlanmaktan kurtaracak bir fırsattı. Çünkü, yaptıkları münkeri önlemekti. Alkışlanmaları, tebrik edilmeleri gerekiyordu. Bazıları, “Bu operasyonla ekonomi bozulursa?” diyor. Oysa Kur’ân, yukarıdaki âyetlerle, münkerlerin işlenmesi ve bunlara mâni olunmaması durumunda yokluk, kıtlık ve yoksulluğun geleceğini beyan buyuruyor. Ayrıca, yarıda bırakılan operasyonlar, iktidar için de bir aklanma fırsatı adına Cenab-ı Allah’ın rahmetiydi. Kirlenmenin olduğunu ilk 2003 yılında Ahmet Taşgetiren yazmış, daha sonra da yazmaya devam etmiş, en son olarak da Abdurrahman Dilipak ağır ikazda bulunmuştu. İktidar, savcılara “Gidin sonuna kadar!” diyebilseydi, temizlenecek ve belki bir on yıl geleceğini garanti edecekti. Ama demek samimi değillerdi ki tam tersi yola girdiler. Elleriyle teptikleri ve millet olarak ellerimizle teptiğimiz bu fırsat ve imkânın ya bütün ülkeyi vuracak neticesine katlanıp arınacağız ya da tamamen maymunlaşacağız.

3 thoughts on ““PARALEL DEVLET”İN HÜKÜMETE OPERASYONU MU, YOKSA MAYMUNLAŞMAMAK İÇİN Mİ?

  1. Pingback: MAŞERİ VİCDAN

Leave a comment