ABD’Cİ VE İSRAİL’Cİ NİTELEMESİNE KİM DAHA ÇOK YAKIŞIYOR?

Türkiye’de İslâmcı kesimde bazıları, düşünce ve değerlendirmelerinde herhangi müsbet ve inşaî bir değerleri olmadığından en süflî ve en zavallı bir hareket noktası olarak, ABD ve İsrail karşıtı olup olmamayı gündeme getirirler. Bunlar, kendileri dahil kimin özellikle tamir ve müspet hareket adına ne yaptığına bakmadan, en üst perdeden ABD ve İsrail düşmanlığı yapmayı İslâm adına en büyük faaliyet olarak görürler. Böyle bir düşmanlık, ABD ve İsrail’e gerçekten zarar mı veriyor, yoksa hizmet mi ediyor?

ÜST PERDEDEN ABD VE İSRAİL DÜŞMANLIĞI YAPANLAR, GENELLİKLE ABD VE İSRAİL ELEMANI ÇIKIYOR

 Bugün İsrail’e en büyük destek İran’ın sözde İsrail düşmanlığı, İran’a en büyük destek de İsrail’in sözde İran düşmanlığıdır. Konuyla ilgili olarak, 26.08.2012 tarihli Haaretz gazetesinde Aner Shalev imzalı “İsrail ve İran: Ebedî Müttefikler” başlığıyla yayınlanan bir makalede özetle şöyle denmektedir:

İran, İsrail’e ölesiye muhtaç. İsrail olmasa, İran onu icat eder. Bundan dolayı da, İran için İsrail daha uzun yıllar yaşamalıdır. Ayetullahların rejiminin İsrail karşıtı çılgın retoriği kitleleri asıl meselelerinden uzaklaştırıyor. Nefret, daima rejimleri güçlendiren birleştirici bir güç olmuştur. İçeride gerilimi düşürmek için şeytanlaştırılmış haricî bir düşman gibisi olamaz. İran, bunu bütün beklentilerin üstünde olarak başarıyor. İsrail, İran’a yardım ediyor. İran’a saldırının eli kulağında olduğu tehditleri, Ayetullahların rejiminin tekerlerini yağlıyor. Diğer yandan, İsrail de ölesiye İran’a muhtaç. İran olmasa, İsrail onu icat eder. İran, İsrail için daima var olmalıdır. Nefret ve düşmanlık söylemleri, bilhassa sağcı iktidarlar için etkili kontrol mekanizmaları olmuştur. Netanyahu’nun İran karşıtı çılgın retoriği, kitlelerin dikkatini asıl problemlerinden uzaklaştırmaktadır. İran’ın İsrail’i tehditleri, Netanyahu hükümetinin tekerlerini yağlıyor.

Arap ülkeleri içinde de en fazla ABD ve İsrail düşmanlığı yapan Kaddafi olmuştur. 2003 başında, Suudî Arabistan’da yaşayan bir dost, Arap ülkelerinde naklen yayınlanan bir Arap zirvesinde Kaddafi yine diğer liderleri Amerikancı olmakla azarlarken, bir liderin dayanamayıp Kaddafi’ye, “Sizi darbe ile iş başına getiren de İsrail değil miydi?” deyiverdiğini ve bunun üzerine yayının hemen kesildiğini anlatmıştı. Nitekim, internette yer alan ve 23.2.2011 tarihli Sabah gazetesinde de yayınlanan bir habere göre, İsrail’de yaşayan Rachel Sade adlı bir Yahudi kadın, İsrail’in Kanal 2 televizyonunda kendisinin Kaddafi’nin teyzesinin kızı, Kaddafi’nin de hem anne, hem baba tarafından Yahudi, hem de Yahudi öğreti ve âdetlerine göre yetiştirilmiş bir Yahudi olduğunu açıklamıştı.

SLOGANİK İSRAİL DÜŞMANLIĞI NEYE YARIYOR?

Bazı sözümona İslâmcı yazarlar “Üslûb-u beyan, aynıyla insan” gerçeğinin tezahürleri olarak, kendilerine yakıştırdıkları üslûplarıyla ikide bir ABD ve İsrail aleyhinde bulunmuyor diye hizmet hareketini ve Fethullah Gülen Hocaefendi’yi vurmaya çalışıyorlar. Sanki İsrail aleyhine yayınları İsrail’den bir şey eksiltti ve İsrail’e zarar verdi. 2005 yılında merhum Şeyh Ahmet Yasin’in öldürülmesi üzerine Başbakan Erdoğan, İsrail için terör uyguluyor demişti. Fakat ABD’de Yahudi lobisinin tepkileri karşısında, 100 kişilik heyetle İsrail’e ziyarette bulundu ve Ariel Sharon tarafından, “İsrail’in ve Yahudi Milleti’nin başkenti Kudüs’e hoş geldiniz!” diye karşılandı. İsrail Kudüs’ü başkent ilan etse de, Birleşmiş Milletler, bunu kabûl etmiş değil. Buna rağmen Başbakan, “Kudüs nasıl İsrail’in başkenti oluyor?” bile diyemedi. Başbakan’ın ABD’de Yahudi kuruluşu ADL (Anti-Defamation League)’den üstün cesaret ödülü aldığı, 2007’de Hudson’da Neo-Con heyetine Cüneyt Zapsu’nun Başbakan ile ilgili olarak “Bu adamı lâğım kanalına süpürmeyin. Kullanın!” dediği de biliniyor. Erbakan’ın Başbakan ve AKP ile ilgili videoları da internette. Bütün bunlara bakarak Başbakan için “İsrail’in adamı” hükmü vermek, doğru olur mu?

İKTİDARIN GÖRÜNÜŞTEKİ İSRAİL KARŞITLIĞI KİME, NE GETİRDİ?

İktidarın üst perdeden sözlü İsrail karşıtlığı İsrail’e zarar mı getirdi, fayda mı? Sahi İsrail ne kaybetti Başbakan Erdoğan’ın üst perdeden konuşmalarından, İslâmcıların İsrail aleyhine sloganvarî düşmanlıklarından? One Minute ve Mavi Marmara hadiselerinden sonra bile kaybeden İsrail mi oldu, Türkiye mi? İsrail, Güney Kıbrıs’la anlaşma yaptı; Doğu Akdeniz’i âdeta bir gölü haline getirdi. Doğu Akdeniz’de petrol aramaya başladı. Ya bir petrol arama gemisi bile olmayan Türkiye? Piri Reis takasını Akdeniz’e göndermekten başka ne yapabildi? Sahi, bu gemi Akdeniz’de petrol buldu mu? O günden bu yana acaba bir petrol arama gemisi ‒haydi inşa edemiyoruz ama‒ en azından satın alabildik mi?

PERDE ÖNÜNDE ABD VE İSRAİL’E KÜKRE, PERDE GERİSİNDE EL ELE!

Sonra, Başbakan Erdoğan ve AKP hükümeti, İsrail’e karşı tavrında samimi mi? Buyurun bir haber: 4.11.2013 tarihli İsrail Ynetnews gazetesi, Mavi Marmara hadisesinden sonra, “Çözüm Süreci” denilen süreçle başlayan Türkiye ile İsrail arasındaki uzlaşmadan da önce Başbakan’ın oğlu ve MB Shipping Company’nin sahibi Ahmet Burak Erdoğan’ın iki yük gemisinin Türkiye ile İsrail arasında defalarca gidip geldiğini ve ticarî eşya taşıdığı haberini yapıyor. Gazete, Türkiye‒İsrail ilişkilerinin güya askıda olduğu son üç yılda İsrail ile Türkiye arasındaki ticaretin % 30 civarında, 4 milyar dolar artış gösterdiğini ve bütün dönemlerin en yüksek ticaret hacmine ulaştığını da ekliyor. İsrail Başbakanı Netanyahu da, daha geçenlerde buna temasla, Türkiye ile İsrail arasındaki ticaretin İsrail lehine sürekli artış gösterdiğini belirtmişti. Burada şunu da kaydedelim ki, Başbakan’ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan’ın İsrail’e gidip gelen iki yük gemisinden biri olan Safran-1, 95 metre uzunluğunda imiş, yani Başbakan’a göre bir “gemicik.”

RÜŞVET VE YOLSUZLUK OPERASYONUNUN ARKASINDA ABD VE İSRAİL Mİ VAR?

Diğer yandan, medyada Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu olarak yansıyan son operasyon, iktidar ve iktidar sözcüleri tarafından hemen yine ABD ve İsrail komplosu olarak lânse edildi. Hattâ Başbakan, ABD Ankara büyükelçisi Ricciardone’ye âdeta “Çek git!” dedi. İktidar sözcüsü gazeteler de bu veya benzer manşetlerle çıktılar. Tabiî ABD, hiç takmadı. Çünkü Başbakan ve medyadaki sözcüleri halka karşı her zaman yaptıkları gibi böyle davranırken, Dış İşleri Bakanlığı, “Hayır, hayır! Böyle bir düşüncemiz yok!” diye ABD’ye teminat veriyordu. Yine, aynı bugünlerde İsrail’le görüşmeler yapılıyor ve iktidar, Mavi Marmara ile ilgili İsrail’den istediğimiz tazminatta indirime gittiği gibi, Türkiye’nin hadiseye karışan İsrail komutan ve askerlerinin yargılanması gibi bir talebinin olmayacağı garantisini de veriyordu. Bir diğer gelişme olarak, İsrail’in TÜSİAD’ı İsrail İmalatçılar Birliği (MAI) ve İsrail Tekstil ve Moda Sanayicileri Birliği’nin ekonomi düşünce kuruluşu TEPAV’la ABD’ye gümrüksüz mal ihracına imkân tanıyan Nitelikli Sanayi Bölgesi kurulmasına yönelik işbirliği protokolü imzalanıyordu. Hem de bu bölge, Güneydoğumuzda kurulacaktı. Buna göre, Türkiye, ABD’ye yapacağı gümrüksüz ihracat karşılığı İsrail’e önemli miktarda komisyonlar ödeyecek. İşte perde önünde ABD ve İsrail’i suçlar ve böylece hakkımızdaki yolsuzluk ve rüşvet iddialarından halkın nazarında güya temize çıkmaya çalışır, söz konusu rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu yapanları ve bu arada tabiî ki “Cemaat”i ABD ve İsrail’le ilişkilendiriverirken, perde gerisinde bunlar oluyor. Bu tür davranışların adına İslâm’da ne dendiği herhalde herkesin malûmudur.

HAKAN FİDAN’IN BAĞIMSIZ, DAVUTOĞLU’NUN VİZYONER DIŞ POLİTİKALARI

Öte yandan, Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun Malikî ziyaretinin ve Başbakan’ın Barzani ile Diyarbakır buluşmasının Hakan Fidan hakkında iki ABD gazetesinde çıkan yazıdan sonra gerçekleşmesi üzerinde kimse durmuyor. Bu iki yazı etrafında, Türkiye’de günlerce Erdoğan, Davutoğlu ve Fidan, ABD ve İsrail’in hedefinde diye köpürtüldükçe köpürtüldü. Güya Fidan Mısır ve Suriye’de ABD ve İsrail’den bağımsız politikalar takip etmiş de, ABD ve İsrail bunlardan çok rahatsız olmuş. Allah aşkına, bir iktidar, dış politikalarında kendi ülkesinin menfaatini mi ön plana almalıdır, yoksa başka ülkelere zarar vermeyi mi? Ayrıca, bu politikalar Türkiye’nin mi lehine, yoksa ABD, İsrail ve İran’ın mı lehine oldu? Yahu Mısır’da hangi etkimiz kaldı? Suriye’de hangi tesirimiz var? Bu gidiş Esed’le barışmaktan başka bir şey yapabilecek miyiz acaba? Ayrıca, dış politikada, tabiî Suriye meselesinde de yaptığımız yanlışların onbinlerce insanın öldürülmesinde dolaylı da olsa etkisinin olmadığı söylenebilir mi? Fidan’ın ABD ve İsrail’i rahatsız eden bağımsız (!) politikaları, Suriye’nin kuzeyinde ikinci PKK devletinin kurulmasına yol açmadı mı? Bugün bölgede ve dünyada en etkisiz, en zavallı bir ülke haline gelmedik mi? Sayın Cumhurbaşkanı’nın son ABD gezisinde verdiği yemeğe Gürcistan temsilcisinden başka katılan oldu mu acaba? İnsan, tam tersi yayınlar yaparken biraz sıkılmalı değil mi? Bu kadar mübalâğa ve çarpıtma reklamlarda bile olmuyor.

Ne oldu iki ABD gazetesinde çıkan Fidan eleştirisinden sonra? Türkiye, Suriye politikalarında ABD karşısında bir defa daha dize geldi. Derhal Ali Babacan ABD’ye gönderildi. Dışişleri Bakanı ve vizyoner (!) dış politikası bizi dış politikada Barzani ve Malikî’ye muhtaç hale getirmiş olan Davutoğlu, derhal Bağdat’ta Malikî ile kucaklaşmaya gitti. Başbakan da Diyarbakır’da Barzanî’nin ayağına gitti? Ne için? “Fidan hakkında yazıldığı gibi biz Suriye’de Sünnileri falan desteklemiyoruz? Nusra gibi, el-Kaide gibi örgütlere silah ve destek sağlamıyoruz. Bakın biz, Şiilerle, Kuzey Irak Kürt yönetimiyle kuzu sarması gibi can ciğer sarmayız!” demek için mi? Yine, Mısır’da Mursî’nin ordu tarafından devrilmesinde de Hakan Fidan ve Davutoğlu’nun aynı politikalarının tesiri konusunda medyada ciddî analizler de okuduk. Türkiye, tarihinin herhangi bir döneminde dış politikada bu kadar zillet yaşadı mı? Neden dolayı? Davutoğlu’nun vizyoner (!), Hakan Fidan’ın ABD ve İsrail’den bağımsız (!) politikaları sebebiyle? Başbakan’ın -sadece Yeni Şafak’ın manşetlerinde- ‘Orta Doğu’nun imparatoru, İslâm Dünyası’nın halifesi, dünya başbakanı olması (!)’ sebebiyle. Bunlara ve Başbakan’ın, İslâm dünyasını bölmeye yönelik Amerikan projesi BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)nin -bizzat kendi itirafıyla- eşbaşkanı olmasına ve bu projede Türkiye’nin bir vazifesi bulunduğunu söylemesine de bakarak, Amerikancılık ve İsrailcilik, gerçekte, AKP iktidarı ve onun yandaş destekçilerine yakışıyor, denilse haksız mı olunur?

11 thoughts on “ABD’Cİ VE İSRAİL’Cİ NİTELEMESİNE KİM DAHA ÇOK YAKIŞIYOR?

  1. Sayin hocam Allah razi olsun. Parca parca da olsa zaman zaman kose yazilarinizda degindiginiz mevzulari bu sekilde daha fazla derli toplu ve kose yazilarina nazaran daha uzun yazmaniz cok isabetli bir karar diye dusunuyorum nacizane.

    Gonulden olmayan ve sadece girtlaktan cikan sloganin kitleler uzerinde ranti cok fakat hakk katinda degerinin olmadigi bu kadar acikken halki mitinglerde mansetlerde tvlerde kandirmanin maharet sayildigi bir donem de insan ister istemez cokca sunu soyluyor : “iyi ki ahiret var” yani gerek sizin burada dile getirdiginiz yani zahiri ile batininin tamamen farkli oldugu noktaralar gerek eylemlerdeki asil niyet gerekse bize yansimayan nice plan ve proje orada onumuzu cikacak. Insallah o gunde Allah bizi mahcup etmez. Bugun etrafta magrur sekilde dolasan insanlarin gerek ahirette gerekse tarihte mahcup olmasi kacinilmaz gibi.

    Yillar varki sloganik israk karsitliginin yaninda bir kez gece kalkip gozyaslari ile filistinin yaninda olmayan tipler mitinglerde israile bagirip cagirmayi filistinin yaninda olmak saniyor. Dahasi amerika’ya bagirmayi ulkenin bagimsizliginin bir gostergesi saniyor nice kof ve paslanmis vicdan.

  2. Allaha şükür meselelerin perde arkasını gösteren bir yazı. Hem de bol keseden atmayan, kaynakları ile sunulan açıklama. Rabbim Hoca Efendiye ömrüm den ömür katsın, ve bu cemaati daima sırat ı müstakim de eylesin.

  3. Hocam Mavi Marmara ile ilgili yazınızı sabırsızlıkla bekliyoruz. Ayrıca Arap baharı ile ilgili geniş bir değerlendirme yazısı da yazarsanız çok mutlu oluruz. Elinize yüreğinize sağlık

  4. Ali Bey, böyle bir yazı için çok teşekkür ediyorum size. Oldukça ihtiyacım vardı ve kaynaklara dayalı, kafamdaki sorulara oldukça net cevaplar veren bir çalışma olmuş. Allah kaleminize hak ve hakkatlere susamış bizler için aydınlatıcı bilgileri, hakça ortaya koyacak gücü versin her daim..

  5. Hocam cok iyi tespitler kafamizdaki soru isaretleri gidiyor. Yazilarinizin devamini sabirsizlikla bekliyoruz. Allah ebeden razi olsun dogruluktan ayirmasin insaallah.

  6. Pingback: Mavi Marmara’nın Mahiyeti: Gerçekte Neydi Mavi Marmara? | Çay Tiryakileri

  7. Pingback: Abd’ci Ve İsrail’ci Nitelemesine Kim Daha Çok Yakışıyor? | Çay Tiryakileri

  8. Pingback: Abd’ci Ve İsrail’ci Nitelemesine Kim Daha Çok Yakışıyor? | MAŞERİ VİCDAN

  9. TEK ŞEF DÖNEMİNE DOĞRU!

    Milli şef olmaya hazırlanan R. T. Erdoğan, herşeyi bizzat ve doğrudan doğruya idare etme hedefinde kararlı görünüyor!
    Milli sorun adı altında, MGK’ de onay gören Erdoğan’ın kişisel planları başarıya ulaşırsa ”Büyük millet Meclisi” küçülerek bir formaliteden ibaret hale gelebilir!

    CHP, AKP’nin dinselleşme ve otoriterleşme sürecine, Erdoğan’ın ortaçağı canlandıran geriye dönüşçü islamizasyon politikalarına ideolojik anlamda karşı çıkmamakla, dolaylı yoldan ona destek vermeye devam ediyor!
    CHP ve AKP Kürt sorununun, Kürtler alehine “çözümü” konusunda da hızla birbirlerine yaklaşıyorlar. Sosyalist Enternasyonale bir ajan gibi girmiş bulunan Kürt düşmanı ırkçı CHP, AKP’nin Kürtleri imha planından pay almak istiyor. Tayyip Erdoğan’ın diktatörlük sürecine karşı çıkıyormuş gibi görünen CHP, aslında bu noktaya gelmede büyük katkıları olan bir örgüttür. Muhalefet adına yapmacık ve göz boyamadan ileri gitmeyen, her alanda Erdoğan’a daha fazla kozlar sunan CHP, kırmızı çizgiler denilen, Kürtler’e vurulan prangaların çözülmemesinde de AKP’ye gerekli yardımı yapmaktan geri kalmıyor! CHP Kürt sorununun çözümünü değil, Kürt halkını yok sayan imha ve inkar politikasının en rafine partisi olarak hep öne çıktı. Kürt halkının mücadelesine düşmanlıkta ve Kürt halkına yönelik ırkçı politikalarda sınır tanımadı. Her dönemde kirli savaşın merkezi olan Genelkurmay’a tam destek verdi.

    MGK oldu EGK!
    Milli sorun adı altında, MGK’ de onaylanan Erdoğan’ın kişisel sorunu, süreci, Kürtler’e dayatılan İmralı AKP planları, Kürt düşmanı CHP’nin de iştahını kabartıyor! CHP, Erdoğan’ın 1921 lerin gerisine giden tekçi yaklaşımında bir değişim ve farklılaşma yaratmış değildir. CHP dün olduğu gibi bugünde tüm cilalı söylemlerine rağmen Kürt sorunun kalıcı çözümüne yönelik her adım karşısına dikilecek, Kürt halkına yönelik katliamlara tam destek vermeyi sürdürecektir. CHP, “etnik kimlik milli kimliğin yerine geçirilmek isteniyor” diyerek Kürtleri, asimilasyoncu olarak tanıtmaya devam edecektir. Seçim arifelerinde kadınlara turban ve çarşaf dağıtarak rezilliğe batan CHP, kendi eski şöven ırkçı politikalarının, başka adlar altında ortaya sürüldüğünü görünce, dincilik alanında olduğu gibi, Kürt sorununda da AKP’nin bir uydusu gibi hareket etmeye başladı…CHP, “operasyonlara devam” diyen Genelkurmay’a alkış tutmaya devam edecektir. Türkler ve Kürtler kardeşse, neden bir kardeşin sahip olduğu haklara diğer kardeş sahip olamıyor? Soruları karşısında gardını alıp, “Kürtler eşit haklara sahip olursa ülke bölünür” söylemine dört elle sarılacaktır. 
    Tayyip Erdoğan’ın büyüklük, şan şöhret ve yayılma hedeflerinin gerçekleştirilmesinde kendilerine görev verilmesi için çırpınıp duran, AKP’nin Osmanlı milliyetçiliği temelindeki ümmetçi propogandalarıyla Kürtler’i düşmana peş keş etmeye devam edenlerin dayattıkları bu süreç, Kürt’leri daha da geriye götüren bir süreçtir; liderler kendi kişisel yaşamları için değil, bir dava için en iyi tavrı takınabildikleri için liderdirler… Abdullah Öcalan ise, Erdoğan gibi liderlik kompleksleri olan, şan şöhret için her şeyi feda eden kaypak bir kişiliğe sahiptir. AKP destek verirse, Kürtleri en iyi kendisinin tasfiye edeceğini dayatıp duruyor! Erdoğanlaşan MİT ve Kontrgerilla’ya akıl yetişitiren A. Öcalan, Erdoğan’ın kendisini kullandıktan sonra çöpe atacağına bir türlü akıl erdiremiyor!

    Öcalan’ın İmralı’da MİT le beraber geliştirdiği ihanet çizgisi, aynı zamanda Erdoğan diktatörlüğünün geliştirilip kuvvetlendirme çizgisidir. Bütün açıklamalarında tercihini düşmandan yana ve Kürdistan halkının alehinde kullanan bir insanın Kürt önderliği ile bir alakası da böylece kalmamıştır.

    Sözde ”PKK kuryeleri”, ‘avukatlar, heyetler’ diye lanse edilen, çoğunluğunu özel görevlilerin, hükümet ajanlarının oluşturduğu ekipler, Kandil, Avrupa ve İmralı arasında mekik döşemeye devam ediyorlar. Amaç, zamandan kazanmak ve Kürtler için mücadele vermeye çalışan bütün kadroları belirleyerek pasifize veya yok etmektir.

    Süslü püslü sözlerle süslenen bu imha planı, MİT tarafından, ‘önder, Kürtler’in tek lideri’, diye zoraki bir şekilde dayatılan A. Öcalan’ın şahsında her tarafa, şatafatlı bir şekilde, ‘açılım, süreç, Kürtlerin kurtuluşları” gibi saçmalıklarla dayatılmaya devam ediliyor.

    Bu planın uygulama koşulları, Türk devleti gibi, Kürtler’e düşmanı bir devletin istihbarat ekiplerince şekillendirilmesi ve Kürtler’e empoze edilmesine, Kürt açılmı veya çözümü süreci demek, saflık değilse, ihanetten başka bir şey değildir…
    Bu politika ne ölçüde Kürt ulusal hareketinin çıkarları kaygısıyla şekillendirilmiş olabilir? Aksine Türk Devleti bu senaryoyu, başta MİT ve Kontrgerilla birimleri olmak üzere bütün gücünü seferber ederek geliştirdiğine göre, gelinen aşamada, Kürt halk Hareketi’nin değil, Türk devletinin çıkarlarını korumak için devreye sokulan yeni bir planın uzantısı olduğu ortaya çıkmaktadır.

    SARAYLAR, HAMAMLAR, CAMİLER PEŞİNDE KOŞAN KRAVATLI SULTAN ERDOĞAN İLE ABDULLAH ÖCALAN’IN KÜRTLERİ TASFİYE PLANLARI!

     
    Öcalan’ın AKP ile beraber geliştirdiği İmralı süreci, açılımı, Türk devletinin Kürdistan’da hakimiyetinin devamını tesise yönelik bir stratejidir.
    Ortada Kürt hareketinin yeni bir politikası değil, Türk devletinin eskiden beri sürdürdüğü politikanın yeni bir biçimi vardır ve Türk devleti şimdi bu politikasını, Kürtlerin tek lideri diye dayattığı ‘liderin’ ağzından, o liderin etki ve prestijine dayanarak bütün Kürt hareketine kabul ettirmektedir. Abdullah Öcalan, bu anlamda, Türk devletinin basit bir oyuncağıdır. İşi bittiğinde de muhtemelen, Recep T. Erdoğan tarafından tokatlanacak ve diğerleri gibi çöpe atılacaktır. Erdoğan diktası altında çift başlılığa müsade edilemeyeceğini anlamamak saflıktır!

    ”…TC hükümet üyelerine sunulan istihbarat raporlarında ortak sürecin, Kobani ve Suriye’de Kürtlerin yaşadıkları alanlarda bir tampon bölge oluşturulmasının tamamen Abdullah Öcalan’ın bilgisi dahilinde yapıldığı kaydedildi. … ” (Kaynak: Taraf gazetesi)
    Yani burada Kürt lideri diye lanse edilen A. Öcalan önce MİT ve diğer Kürt düşmanı politik askeri güçlerle oturup, ”önderlik” diye kitlelere zorla dayatılan bir oluşumla, Kobani’de YPG’ nin nasıl tasfiye edileceğinin detaylarını, bir bütün olarak bu örgütün taktik ve stratejisini, önce AKP lilerle kararlaştırıyor ve askeri kanadın da onayını aldıktan sonra yine MİT kuryeleri vasıtasıyla İŞİD’e iletiyorlar!
    Böylesine bir sahtekarlık şimdiye kadar görülmemiştir…!

    A. Öcalan’ın verdiği mesajlar tabii ki Kürtler’i tehditten başka bir şey değildir. Yani, Ortadoğu coğrafyasında gelişen yeni durumu kontrol etmek ve Kürtler’in olası bir başarısını engellemek için, devletin planladığı A. Öcalan kartının daha da net oynanması, etkisinin artırılması için serbest bırakılması senaryosundan başka bir şey değildir.
    Yoksa burada Kürtler’e verilecek hiç bir kemik kırıntısı yoktur. Şu ana kadar verilen olmadığı gibi, bundan sonra da hiç bir şey verilmeyecektir. TC’ nin aniden böyle bir tiyatro oyununa başvurması, Suriye ve Irak Kürtlerinin başarılarına set çekmeyi hedefleyen bir komplodan başka bir şey değildir. MİT’in HDP örgütlenmesini bizzat yönetmesi, durumun vahametini göstermektedir!
    AKP, Abdullah Öcalan komplosu, diktatör Tayip Erdoğan kontrolünde başarıyla uygulanıyor. Bu olay öncekiler gibi, Kürtlerin kesinlikle iradesi dışındadır. Görünürde Kürt görünen unsurların, HDP’ li bazı gönüllülerin iradesi varmış gibi gösterilsede, bunlar da bu ihanete alet edilerek, kukla olarak kullanılılarak, Kürtlerin yüzyılların baskı ve zulüm sürecinden kurtulamamaları için katkıları sağlanmış oluyor.

    TC, A. Öcalan’ı tasfiye etme değil, Kürtleri tasfiye etmenin yolunu tuttu… Kürt Ulusal Hareketinin, yeni bir önderlikle, muhtemelen yeni bir güç tarafından kontrol altına alınarak başka bir politikanın ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu görünce, kendi çıkarları açısından rasyonel olan yolu seçti…

    Genel Kurmay, Kontrgerilla ve sivil uzantılar, kendi çıkarları için, Kürtleri tesirsiz hale getirmek, 100 yıllık yeni bir Kürt köleliğinin temellerini atmak için A. Öcalanı kullanma kararını aldılar…’Süreç’ veya ‘çözüm’ gibi aldatmacalar buna yönelik olarak uyduruldu.
    Öcalan’ı Kürtler’in tek önderi diye dayatan TC yöneticilerinin çırpınmaları boşuna değildir. TC, Öcalan’ı vazgeçilmez bir kahya olarak gördü ve onun prestijini ve etkisini Kürtlerin mücadelesini tasfiyede kullanmaya karar verdi. Ama bunun için de Öcalan’ın en azından daha uzunca bir süre Kürt hareketinin önderi olarak kalmasını sağlamak için bütün ajanlarını kullandı. Avukatların bir MİT olayı olduğu deşifre olunca, bu defa da ‘İmralı heyetleri’ adı altında yeni taktiklere başvurarak, Kürtlerin gözlerini boyamaya çalıştılar!. Öcalan’ın bu tasfiye politikasını uygulayabilmesi için, bunu Kürtler için yaptığı izlenimini vermesini sağlamak, işte ‘heyetler’ arasına serpiştirilen bazı tanınmış Kürt, yani bölünmeyi engelliyerek; (bölünme demek kontrolden çıkma demektir) toptan bir zararsızlaştırmaya ve teslimiyete ulaşmak….İşte TC parti ve silahlı kuvvetlerinin bir bütün olarak anlaştıkları ortak süreç…!

    Bağımsız Kürdistan kavramı gün be gün sırasıyla DC, ekolojik toplum ve demokratik özerklik gibi içi boş kavramlarla yumuşatılıp, gelinen noktada bağımsızlık istemiyoruz, seviyesine kadar indirildi. Bu kavramlarla aşamalı olarak Kürt Halkı, Öcalan ve Devlet tarafından el birliğiyle kandırıldı ve ikna edilme noktasına getirildi. Bu durum netleştikten sonra Öcalan gurubu ve onun uzantıları durumunda olan yapılar, bugüne kadar gizli yaptıkları ihaneti açık bir şekilde yapmaya başladılar. 
    Açıkça, ‘Kürt devleti kurulursa karşı çıkarız’ demekten bile utanmamaya başladılar. Gelin Türk Kardeşler biz bir şey istemiyoruz yeter ki bizi adam yerine mi koyun demeye çalışıyor. Rıza Altun gibi kirli kişiliklerin Bağımsız Kürdistan ve özgürlük köleliktir demesi, iğrençliğin boyutunu gösteriyor!

    Öcalan önderliğnde resmen Kürt düşmanlığı moda yapılmaya çalışılıyor! Artık Öcalan’ı, Türklerin gözünde sevimli hatta devlet için çalışan birisi olarak göstermek zorundalar yani böylelikle Öcalan’ın Türk Toplumundaki kötü imajını düzeltecekler ve ortamı buna göre hazırlayacaklar. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun da, A. Öcalan ”insiyatifinde” sürdürülen ”sürece” destek vermesi, TC’ nin devlet olarak, Kürtleri tasfiye görevini ona teslim ettiğini göstermektedir…

    Bunların hepsi Türkiye’de Erdoğan İmparatorluğunun kurulmasına zemin hazırlamak için yapılan son ve en büyük kirli işlerdir. Kürtleri Kürdistan için değil de Büyük Türkiye İmparatorluğu için feda ediyorlar. 
    Bağımsızlık, ancak bağımsız beyinlerle ve yüreklerle olur, köle ruhlu insanlardan bağımsızlık adına olumlu birşeyler söylemelerini beklemek hayalperestlik olur.

    MİT kontrolünde inşa edilen bu sürec-açılım, tamamıyla Kürt düşmanı bir karakter taşırken, utanmadan ona, ‘önder’ demek rezalettir!. Dünyada bir sürü önderlikler vardır. Mesela Mandela, kendisine gelen bütün Güney Afrika heyetlerini geri çevirmiş, gidin ANC ile görüşün demiştir. Kendisine bakanlık teklifi bile yapılmış olmasına rağmen hepsini redetmiştir. Ayrıca kendisinde beyaz kanı var diye bir saçmalığa da başvurmamıştır.

    KÜRT HALKININ ÇIKARLARI İLE AKP OSMANLICILIĞININ ÇIKARLARI BİRBİRİNE ZITTIR.

    Osmanlı dönemin de Kürtler esir muamelesi gördü, TC ise bunu devam ettirdi. Fazla bir fark göze çarpmıyor: Osmanlı döneminde Kürt ağa- beyleri padişah için kahya görevini yerine getiriyor, birlik beraberlik için silah elde savaşıyordu… Bunların yerlerini, şimdi Kürtleri daha iyi Türkçe konuşarak, Erdoğan gibi padişah kırıntılarına peşkeş çeken yalaka Örgüt liderleri almış oldu!

    Bağımsız irade yerine, seçimle gelen parlamenterlerle kurulan ”İmralı heyetleri”nin iradesiz kılınması, Kürt halkının ayrı bir millet oluşundan dolayı doğan tabii haklarının reddi, kendi kaderlerinin kendilerince tayininin inkar edilerek, ihanet eden bir şahsın iradesinin hakim kılınması, Kürtlerin mevcut şartlarla sağlanan yok edilme sürecini hedeflemektedir. Sözde Kürtlerin temsilcisi diye piyasaya sürülen, Kürt diktatörü rolündeki bir şahsın kişisel çıkarlarını savunmaktan başka bir amaçları olmayan sözde vekiller ne yazık ki ”süreç ” dedikleri şeyin neyi kapsadığını hala bilmiyorlar! Diktacıya kuyrukçulukta sıraya giren, sözde seçimle gelmiş bu insanlardan daha büyük bir rezalet beklenemez! ”süreç, açılım” diyorlar, ama ne olduğunu tam olarak bilmiyorlar. Seçimle gelen irade yerine,İmralı’da MİT ve özel harp elemanlarınca hazırlanmış, başka bir iradeye havale edilmiş bir planın başarı şansı aslında yoktur!!

    Kürtler’i ‘düşmanına pazarlayan kişi’ olarak tarihe geçmenin önderliği!

    Bu türden kirli oyunların senaryolarında rol almak için kişiliklerini satan figüranların, rezillik ve sefalet içine sokulan İmralı heyetlerinin, Tayip Erdoğan’ın Osmanlı’yı hedefleyen Türk islam sentezli propogandalarıyla Newroz bayramını bile kirletenlerin önderlik ile ne alakası olabilir? ”Biz olmasaydık AKP çoktan gitmişti, seçimleri sayemizde kazandılar.”.. benzeri demeçler vermek suç üstü yakalanmak demektir. Bu suçu işleyenler, utanmadan hala aynı hareketleri devam ettiriyorlar! Kürt düşmanı AKP’nin yıkılmasını engellemek, erdem değil, büyük bir ihanettir…! Yeni patronundan aldığı emir gereği, ”İslam bayrağı altında, Erdoğan’ın başkanlığı altında birleşelim” diyerek yeni stratejiyi dikteleyen, dolayısıyla Kürtleri 100 yıl daha esaret zincirine bağlayan bir şahsın kişisel çıkarlarını bütün Kürtlerin menfaatlerinden daha yüksek tutan yalakalar için, Erdoğan planından tam olarak neyin amaçlandığı da hiç önemli değil! Diktatör onlar adına düşünmüş ve kararı da o vermiştir.

    Kürt lideri diye lanse edilen A. Öcalan’ın, AKP’nin post modern Osmanlıcılğına soyunması, Erdoğan kervanına katılması, Kürtler açısından utanç vericidir! AKP denilen hırsızlar çetesi, devletin şimdiki kırmızı çizgilerini belirleyen tek güçtür ve bu çizgiler Kürtler’in esirlik sürecinin devamını sağlayan zincirlerdir…Erdoğan diktatörlüğü kurtuluş değil, toplu yıkım sürecidir.

    Saygılar ve Selamlar

    Ferdi Kader, B. Zeynep Aker, Dursun İlkas, İsmail Balkır, Kazım Sincan, Sevda Suner, Murat Demir, Hasan Demir, Nurettin Aslan. murat Doğan. Hasan solmaz. Nuriye solmaz. Ekrem Demir. Mustafa Ender. metin yalcınkaya. Neco Kanıklı. Erdem Işık, Salih Işık

Leave a comment